Kategoriler
Tarih

Dilin DNA’sı ve Dünya Dillerinin Akrabalığı

Sanıyoruz ki insanoğlu ilk dünyaya geldiği zaman ihtiyaç duyduğu en öenmli gereksinimler arasında dil ve iletişim gereksinimi de vardır. İnsanlık, binlerce yıldır sayısız dilin nasıl ortaya çıktığını, birbirinden bu kadar farklı olmasına rağmen nasıl şaşırtıcı benzerlikler taşıyabildiğini merak etmiştir. Tıpkı biyolojide canlıların genetik kodları aracılığıyla birbirleriyle akrabalık ilişkilerinin ortaya konması gibi, dil bilimciler de dillerin içine gizlenmiş bir “dilsel DNA” olduğunu keşfettiler. Peki, nedir bu “dilin DNA’sı” ve bu kodları çözerek dünyadaki dillerin nasıl akraba çıktığını nasıl açıklayabiliriz?

Dilin DNA’sı Tabiri Dil İçin Yeterli Bir İfade Mi?

“Dilin DNA’sı” bir metafor, bir benzetmedir. Biyolojik DNA, bir organizmanın yapı taşlarını ve kalıtsal bilgilerini taşıyan bir şifredir. Benzer şekilde, bir dilin temel yapı taşları ve onu diğer dillerle ilişkilendiren sistematik kalıplar da o dilin “dilsel DNA’sını” oluşturur. Bu DNA dört temel bileşenden oluşur:

  1. Sesçil (Fonetik) ve Sesbilimsel (Fonolojik) Yapı: Her dilin kendine has bir ses envanteri ve bu seslerin bir araya gelme kuralları vardır. Örneğin, Türkçede kelime başında “c” sesi bulunmazken, Farsçada “can” [can] şeklinde bulunur. Bu ses kuralları, dilleri birbirinden ayıran ancak akraba dillerde benzerlikler gösteren ilk ipuçlarıdır.
  2. Biçimbilim (Morfoloji): Kelimelerin yapısı, çekimleri ve türetilme yolları dilin DNA’sının en güçlü göstergelerindendir. Örneğin, Türkçe sondan eklemeli bir dildir (ev > ev-im, ev-ler, ev-in). Aynı yapı Macarca, Fince ve Japoncada da görülür. Hint-Avrupa dilleri ise (İngilizce, Farsça, Fransızca vb.) bükünlü dillerdir ve eklerin yanı sıra kelime içi değişimlere (foot > feet, go > went) daha çok başvurur.
  3. Sözdizim (Sentaks): Cümle kuruluşu, öğe dizilimi (örneğin, Türkçede Özne-Nesne-Yüklem sıralamasının yaygın olması) dilin genetik kodunun önemli bir parçasıdır. İngilizcede “the black cat” (belirteç-sıfat-isim) sıralaması varken, Türkçede “siyah kedi” (sıfat-isim) şeklindedir. Bu tür yapısal kalıplar, dil ailelerini belirlemede kritik öneme sahiptir.
  4. Temel Kelime Hazinesi (Temel Alıntı Sözlüğü): En önemlisi budur. Swadesh listesi olarak bilinen, “anne, baba, su, ateş, el, ben, sen, gitmek, olmak” gibi zaman içinde değişime en dirençli, kültürden ve modern etkilerden en az etkilenen temel kelimeler, dilin en saf genetik materyalini oluşturur. Bu kelimelerdeki düzenli ses değişimleri, akrabalığı kanıtlamanın altın standardıdır.

Düzenli Ses Değişimleriyle Aşamalı Olarak Dilin Mutasyon Evreleri

Biyolojide DNA zamanla mutasyona uğrar. Dilde de benzer bir süreç yaşanır; ancak bu mutasyonlar rastgele değil, inanılmaz derecede düzenli ve kurala bağlıdır. İşte dil akrabalığını kanıtlayan asıl mekanizma budur.

Bir dil, coğrafi veya sosyal sebeplerle lehçelere, ardından ayrı dillere ayrıldığında, her kol kendi ses değişim kurallarını geliştirir. Ancak bu değişimler tutarlıdır. Belirli bir ses, belirli koşullar altında daima başka bir sese dönüşür.

Ünlü bir Örnek Olarak  Hint-Avrupa Dillerinde Grimm Yasası
Alman dil bilimci Jacob Grimm, Cermen dillerindeki (Almanca, İngilizce, Felemenkçe vb.) belirli sessiz harflerin, diğer Hint-Avrupa dillerinden (Latince, Yunanca, Sanskritçe) nasıl düzenli bir şekilde farklılaştığını keşfetti. Buna Grimm Yasası denir.

  • Latince pater → Eski İngilizce fæder → Modern İngilizce father (p → f)
  • Latince pes, pedis (ayak) → Eski İngilizce fōt → Modern İngizce foot (p → f)
  • Latince centum (kentum, “yüz”) → Eski İngilizce hund → Modern İngilizce hundred (k → h)
  • Yunanca deka (“on”) → Eski İngilizce tīen → Modern İngilizce ten (d → t)

Gördüğünüz gibi, Latince ve Yunancadaki /p/ sesi, Cermen dillerinde /f/; /k/ sesi /h/; /d/ sesi ise /t/ olmuştur. Bu rastgele bir değişim değil, istisnasız uygulanan sistematik bir kuraldır. İşte bu düzenlilik, bu dillerin ortak bir atadan (Proto-Hint-Avrupa dili) geldiğinin en somut kanıtıdır.

Dil Aileleri Dilsel Soy Ağaçları

Düzenli ses değişimleri ve temel kelime benzerlikleri sayesinde dil bilimciler, dünya dillerini büyük ailelere ayırmışlardır. Tıpkı bir soy ağacı gibi, bu aileler de ana dillerden (proto-diller) dallanıp budaklanarak günümüzde konuşulan dilleri oluşturur.

  • Hint-Avrupa Dil Ailesi: Dünyada en yaygın konuşulan ailedir. Hint kolu (Hintçe, Bengalce, Farsça) ve Avrupa kolu (Cermen dilleri: İngilizce, Almanca; Roman dilleri: İspanyolca, Fransızca, İtalyanca; Hellenik: Yunanca; Slav dilleri: Rusça) olmak üzere iki ana kola ayrılır. Türkçe bu aileye dahil değildir.
  • Ural-Altay Dil Ailesi (Tartışmalı): Geleneksel olarak Türkçe, Moğolca, Tunguzca ve bazen Korece ile Japoncanın dahil edildiği bir aile olarak tanımlanır. Ancak modern dil bilimde Ural (Macarca, Fince, Estonca) ve Altay (Türkçe, Moğolca, Tunguzca) ayrı aileler olarak sınıflandırılma eğilimi daha yaygındır. Türkçe, kendi başına Altay Dil Ailesi içinde gösterilir ve Azerice, Türkmence, Özbekçe, Kazakça, Kırgızca, Uygurca gibi diğer Türk dilleri ile akrabadır. Bu akrabalık, “ata” sözcüğünün diğer Türk dillerinde “ata, ata, ota” gibi benzer formlarda olması veya “gelmek” fiilinin “kel-, kil-, gel-” şekillerinde görülmesi gibi sayısız düzenli ses denkliği ile kanıtlanır.
  • Afro-Asyatik Dil Ailesi: Arapça, İbranice ve birçok Kuzey Afrika dili (örneğin, Berberi dilleri ve eski Mısır dili) bu ailedendir.
  • Sino-Tibet Dil Ailesi: Çince, Tibetçe ve Birmanca gibi dilleri kapsar.
  • Nil-Sahra, Nijer-Kongo, Koisan: Afrika kıtasının çeşitli dil aileleridir.
  • Amerikan Yerli Dil Aileleri: Kıtada konuşulan yüzlerce dil, Na-Dene, Quechua, Maya gibi birçok farklı aileye aittir.
  • Avustronezya Dil Ailesi: Malayca, Endonezce, Tagalogca ve Hawaii dili gını Pasifik’te yaygın olarak konuşulan dilleri kapsar.

Dilin Tek Kökeni (Monogenez) mi, Çok Kökeni (Poligenez) mi?

Peki, tüm bu aileler nihayetinde tek bir “ilk dil”e (proto-world language) mi dayanıyor? Bu, dil biliminin en büyük gizemlerinden biridir. “Monogenez” tezi, tüm dillerin tek bir kaynaktan türediğini iddia eder. İnsanlığın Afrika’dan çıkış teorisiyle de örtüşen bu görüş çekicidir, ancak kanıtlanması neredeyse imkansızdır. Zaman derinliği o kadar büyüktür (on binlerce yıl) ki, dilin DNA’sındaki değişimler o kadar radikal olmuştur ki, geriye dönük iz sürmek mümkün değildir. “Poligenez” tezi ise, insan gruplarının farklı coğrafyalarda eşzamanlı olarak birbirinden bağımsız dil sistemleri geliştirmiş olabileceğini savunur.

Günümüz dil bilimi, kanıtlanabilir olanın peşinden gider. Bu nedenle, binlerce yıl öncesine dayanan proto-dilleri (Proto-Hint-Avrupa, Proto-Türkçe) yeniden inşa etmek mümkünken, on binlerce yıl öncesine giderek tüm dilleri birleştirmek spekülasyon alanında kalmaktadır.

Bir İnsanlık Mirası Olarak Dil Gerçeği

“Dilin DNA’sı” metaforu, görünüşte karmaşık ve dağınık olan dilsel çeşitliliğin aslında derin, sistematik ve bilimsel yöntemlerle anlaşılabilir bir yapıya sahip olduğunu gösterir. Düzenli ses değişimleri, dil bilimcilerin elindeki en güçlü tarihsel mikroskoptur. Bu mikroskopla baktığımızda, İngilizce konuşan birinin, Farsça konuşan biriyle; bir Türkiyeli Türk’ün, Özbekistan’daki bir soydaşıyla paylaştığı gizli dilsel bağı görebiliriz.

Dillerin akrabalığı, sadece kelimelerin benzerliğinden ibaret değil, onların en temelinde yatan ve binlerce yıldır işleyen matematiksel bir düzendir. Bu da bize, dillerin ve dolayısıyla insan topluluklarının nasıl göç ettiğini, nasıl etkileşime girdiğini ve nasıl evrildiğini anlatan muazzam bir tarih öncesi kayıt sunar. Her dil, atalarımızdan bize kalan, sürekli evrilen canlı bir genetik koddur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir