
Yüzyıllardır toplumlar kendi edebî kültürlerini oluşturmuşlardır ve edebiyat gerçekten hakîkî hayatın, dış dünyada mutlak olarak bizim sezinlediğimiz, deneyimlediğimiz ve tanık olduğumuz dünyanın bir dışa vurumu mu, yoksa tamamen onların bir temsili hükmünde olan bir simülasyondan mı ibaret? Edebiyat, insan ruhunun karmaşık labirentlerinde gezinen en kadim ifade biçimlerinden biridir. Bu labirentte, bireyin içsel çatışmalarının ve toplumsal baskıların yarattığı dayanılmaz gerçekliklerden sığınma arayışı, “gerçeklikten kaçış” temasını doğurmuştur. Bu tema, yazarlara, karakterlerinin sığındığı alternatif dünyaları, hayalleri ve kaçış mekanizmalarını keşfetmek için geniş bir alan sunar. Gerçekliğin katı sınırlarından bunalan bireyin, kendi içine veya hayali diyarlara çekilmesi, edebiyat tarihinde iz bırakmış pek çok yazarın odak noktası olmuştur.
Bu kaçışı en derinden işleyen yazarlardan biri, hiç şüphesiz, Franz Kafka’dır. Kafka’nın eserleri, bireyin modern bürokratik sistemler ve absürt toplumsal normlar karşısında hissettiği yabancılaşma ve çaresizliğin bir yansımasıdır. Dönüşüm (1915) adlı novellası, bu kaçışın en sembolik örneklerinden biridir. Gregor Samsa’nın bir sabah kendini dev bir böceğe dönüşmüş olarak bulması, onu katlanılmaz gerçekliğinden (ailesine bakma yükümlülüğünden, monoton işinden) fiziksel bir kaçışa zorlar. Ancak Kafka’nın dehası, bu kaçışın bir çözüm sunmamasında yatar. Gregor, yeni bedenine hapsolarak aslında daha büyük bir izolasyon ve yalnızlıkla yüzleşir. Kafka, gerçeklikten kaçmanın imkansızlığını ve hatta trajik sonuçlarını gözler önüne serer.
Edebi Yansımalardan Hakikatin Temsillerine
Kim bilir belki de edebi metinler ve edebiyat yapma eğilimi gerçeklikten bir kaçışın yöntemidir ve gerçekliğin içerisine sıkışık kalmış olmaya alternatif olan bir özgürlük alanıdır. Gerçeklikten kaçışın bir başka biçimi, tamamen hayali ve alternatif dünyaların yaratılmasında kendini gösterir. J.R.R. Tolkien, Yüzüklerin Efendisi (1954-1955) ile sadece bir epik fantazi yazmakla kalmamış, aynı zamanda içinde yaşadığı iki dünya savaşının yarattığı endüstriyel yıkım ve karmaşadan bir kaçış rotası çizmiştir. Orta Dünya, korkunç gerçekliklerden (savaş, endüstriyelleşme, kaybolan doğa) arınmış, saf iyilik ile kötülüğün mücadelesinin verildiği, net ahlaki çizgileri olan bir sığınaktır. Tolkien’in kahramanları, Shire’ın huzurlu, pastoral dünyasını korumak için savaşır. Bu, yazarın modern dünyanın yozlaşmışlığından duyduğu rahatsızlığın ve daha basit, epik değerlerin hüküm sürdüğü bir aleme duyulan özlemin edebi bir dışavurumudur.
- yüzyılın distopik eserleri ise kaçışın imkansız olduğu totaliter sistemleri betimleyerek konuya farklı bir perspektif getirir. George Orwell’in Bin Dokuz Yüz Seksen Dört (1949) romanı, bireyin düşüncesinin dahi kontrol altına alındığı bir dünyada, Winston Smith’in Büyük Birader’in gözetiminden zihnen ve bedenen kaçma çabalarını anlatır. Winston’ın günlük tutması ve Julia ile yasak ilişkisi, bu baskıcı gerçeklikten küçük, naif kaçış girişimleridir. Ancak Orwell’in distopyasında kaçış, sistematik bir şekilde engellenir ve en nihayetinde başarısızlıkla sonuçlanır. Bu eser, gerçeklikten kaçma arzusunun, totaliter bir rejimde en tehlikeli isyan biçimi olabileceğini gösterir.
Daha kişisel ve psikolojik bir düzlemde, J.D. Salinger’in Çavdar Tarlasında Çocuklar (1951) adlı eseri, ergenlik çağındaki Holden Caulfield’ın yetişkin dünyasının “iki yüzlülüğünden” kaçışını konu alır. Holden’ın kaçışı, fiziksel bir uzaklaşmadan ziyade, zihinsel bir reddediştir. New York’ta amaçsızca dolaşması, onu bu yapaylıktan ve “sahtelikten” koruyacak içsel bir sığınak, bir ‘çavdar tarlası’ arayışıdır. Salinger, toplumsal normlar ve beklentiler karşısında bunalan bireyin, kendi iç dünyasına çekilerek gerçeklikle bağını koparmasını ve bunun yarattığı yalnızlık ile melankoliyi inceler.
Edebiyatın Geleceğe Aktardıkları Gerçek mi Bir Yanılsama mı
Edebi metinleri okuyan insanlar duygusal anlamda üst katmanlarda, üst perdeden bir duygu seline kapılırlar. Dolayısıyla edebiyat insanın duygularını ifade etme sanatından çok daha ötesini, bunun bir gerçekleşme sahası olarak zaten yeterince kanıtlıyor. Nihai anlamda, gerçeklikten kaçış teması, edebiyatın en kalıcı ve evrensel meselelerinden biri olagelmiştir. İster Kafka’nın böceğe dönüşen adamında olduğu gibi trajik ve zorunlu bir hal alarak, ister Tolkien’in eserlerinde olduğu gibi epik ve umut dolu alternatifler yaratarak, isterse de Salinger’ın kahramanında olduğu güzere içsel ve psikolojik bir boyutta işlenerek karşımıza çıkar. Bu yazarlar ve eserleri, okuyucuyu sadece karakterlerin bireysel kaçışlarına tanık etmekle kalmaz, aynı zamanda onları kendi gerçeklikleri üzerine düşünmeye ve modern dünyanın dayattığı varoluşsal baskıları sorgulamaya davet eder. Kaçış, edebiyatta nihai bir çözüm olmaktan ziyade, insan olmanın getirdiği acı, yabancılaşma ve arayışın bir metaforu haline gelir.